İzmir, Aristo ve iletişim

‘İzmir’in köyden farkı yok.’ ‘Anadolu şehirleri İzmir’e fark attı.’ ‘Firmalar İzmir’den taşınmak için yarışıyor.’

Bunlar her gün duyduğumuz yorumlar. Durum gerçekten böyle mi? İzmir’imiz çöküş sürecine mi girdi? Kendimizi dev aynasında mı görüyoruz? Yoksa kolayca çözülebilecek bir iletişim sorunu mu bu?

Hürriyet Ege’de Bahar Akıncı’nın ‘Dünyanın Kaderini Çizecek şehirler’ isimli hem ümitlendiren hem de düşündüren bir köşe yazısı yayınlandı. Bahar Hanım İzmir’in iş dünyasının büyüklüğünü gösteren bir çok çarpıcı rakam vermiş ve sormuş:

Peki o zaman gençler neden soluğu İstanbul’da, Ankara’da ya da yukarıdaki listeye giren dünya şehirlerinde alıyor? Neden bu şehirdeki herkes işinden, parasızlıktan, yatırımsızlıktan şikayetçi? Ya bu birinciliklerde, altıncılıklarda bir hata var. Ya da biz İzmir’de değil, uzayda yaşıyoruz!

İzmir eskisi gibi Türkiye’nin lokomotifi değil, ancak bir çok alanda hala ezici bir güç. Sayısız konuda Türkiye’ye öncülük yapmasına rağmen derdini AN-LA-TA-MI-YOR. İletişimde bir esas vardır: ‘Algı neyse gerçek odur.’ Yani İzmir’in büyük ve dinamik olması yeterli değil. Bunu ikna edici ve ilham edici bir şekilde anlatması gerekiyor. Çözüm basit. Ünlü düşünür Aristo, insanların bizi dinlemelerini sağlamak için üç koşulu yerine getirmemiz gerektiğini söylemiş: Ethos, pathos, logos. 2.500 yıllık bu teori, hala ilk günkü kadar geçerli.

1. Ethos – Güvenilir ol

Hepimiz her gün mesaj bombardımanı altındayız. Bu yüzden alakasız mesajları göz ardı etme konusunda uzmanlaştık. Bir mesajın dinlenebilmesi için ilk olarak kaynağına saygı duyulması gerek. İşin uzmanı olan bir kaynak, mesaja inanılırlık kazandırıyor. Vedat Milor bir lokantayı beğendiğinde insanların oraya akın etmesi gibi. Bu yüzden vermek istediğimiz mesajları uzmanlar aracılığı ile iletmemizde fayda var. İzmir’in çevre bilincini mi yansıtmak istiyoruz? Mesajımızı TEMA, Greenpeace, WWF aracılığı ile verelim. Yatırımcı mı çekmek istiyoruz? Forbes’da makale yayınlatalım. Turist mi çekmek istiyoruz? Trip Advisor’da insanları İzmir anılarını paylaşmaya teşvik edelim. Yapılan, sağ elimizle sol kulağımızı tutmak gibi görünebilir. Ama inanın bu kaynaklardan gelen mesajlar İstanbul medyası tarafından ciddiye alınacaktır ve basında daha çok yer alacaktır.

2 . Pathos – Kalbe hitap et

Etkili mesajlar ilk olarak duygularımızı harekete geçirirler. Sadece rakama dayalı mesajlar hafızadan uçar gider çünkü duygularımız mantığımızı her zaman mağlup eder. Özellikle mesajın içinde dinleyiciyi kişisel olarak ilgilendiren öğeler varsa mesaj daha etkili olur. Beklenmedik ve akılda canlandırılabilen mesajlar duygularımıza hitap eder. Örneğin, Başbakan’ın Çılgın Projesi her ne kadar ütopik te olsa akıllarda kaldı. İzmir’e üç önerimiz var: Bir; Mesajları çarpıcı görsellerle desteklemeliyiz. 2008’de Tahtalı Barajı’nın çatlamış zemini görülene kadar kuraklık ciddiye alınmamıştı. Başkanın cami önündeki resmi halkı harekete geçirdi. İki; ‘80 bin ağaç diktik.’ akılda kalmaz, çünkü göz önünde canlanmaz. ‘10 Kültürpark yarattık.’ demek çok daha güçlüdür. Üç; Beklenmedik mesajlarla insanları duraksatmalı ve bizi dinlemelerini sağlamalıyız. Örneğin, İzmir’de Uludağ ve Kartalkaya’nın toplamından daha uzun pistlere sahip bir dağ (Bozdağ) olması şaşırtıcı ve akılda kalıcı.

3. Logos – Akla hitap et

Aklı ihmal etmemeliyiz. Rakamlarla konuşmanın iki faydası var. Bir; Mesajımız güvenilirlik kazanır. İki; Rakamlar gelişimin ölçülmesini ve elle tutulur hedefler ortaya konmasını sağlar. Sizce yabancı yatırımcı çekmek için hangi mesaj daha etkili? ‘İzmir yatırım için bir cennettir.’ veya ‘İzmir’de 1589 uluslararası firma iş yapmaktadır.’ Ya da turizm konusundaki başarımızı hangisi daha iyi ortaya koyuyor? ‘İzmir sana eşsiz deneyimler sunar.’ veya ‘İzmir’e gelen turistlerin %80’i şehri tekrar ziyaret ediyor.’ Rakamlar, mesajımızı tartışılmaz kılar.

Ethos, pathos, logos… İletişim stratejimizi belirlerken bu üç unsura dikkat edersek, İzmir hakkındaki hurafeleri çürütmemiz kolaylaşır.

Yorum bırakın